Bir zamanlar, Mekke ve Medine dahil olmak üzere, bütün Arap Yarimadasi Osmanli Devleti sinirlari içinde idi. Bu topraklari Memlûklerden (Kölemenler) devralan (1517) Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520), kendisine “Mekke ve Medine'nin hakimi” diye seslenen hatibin sözünü kesmisti. Zira o, sahsina “Mekke ve Medine'nin hâdimi (hizmetkâri)” seklinde hitap edilmesini tercih etmekteydi.
Hakikaten bu anlayisa uygun olarak Osmanlilar, o tarihten 1919 yilinin Ocak ayina kadar Mekke ve Medine'ye büyük bir ask ve baglilikla hizmet etmislerdir. Ne yazik ki bu kutlu görev o tarihte sona ermistir.
Biz bu yazimizda, mukaddes topraklarin ve Peygamber sehri Medine'nin Osmanli Devleti'nden kopus hikayesini özetlemeye çalisacagiz.
Asirlarca Islâm'i serefle temsil etmis Osmanli Devleti, bir oldu-bittiyle I. Dünya Savasi'na dahil olmus ve sonunda maglup ilan edilmisti. Mondros Mütarekesi (1918) sartlarina göre, Osmanli Ordusu teslim olmak zorundaydi. Filistin-Hicaz cephesindeki bütün ordularimizin teslim olmasina ragmen, Hicaz Kuvvetleri komutani Fahreddin Pasa direnmekteydi. Istanbul'u dinlemiyor, “Ben Efendimiz'in mübarek merkadini teslim edemem!” diyerek bütün telkinleri reddediyordu.
Her ne kadar Ingilizler, Medine-i Münevvere'ye dogrudan girememis ve asker sokamamislarsa da, meshur casuslari Lawrence vasitasiyla satin aldiklari bazi kabile reisleri ve o zamanki Mekke Serifi vasitasi ile Medine'yi zorluyorlardi. Neticede Mescid-i Nebevi'yi, Merkad-i Mübarek'i ve o mukaddes beldeleri aylarca süren açlik ve susuzluga ragmen basariyla savunan Fahreddin Pasa da teslim olmak zorunda kalmistir.